Görselleşmiş Müzik

Dönemlerdeki akımların genel özelliklerinden etkilenen hem fotoğraf bununla beraber müzik eserlerinin yanı sıra bazı sanatçıların kompozisyonlarının resimsel bir etkiye sahip bulunduğunu yada birtakım ressamların tablolarının Osmanlı döneminden etkilendiğini görüyoruz.

 

19. Yüzyıldan bu yana, giderek daha çok sanatçı, resim yaparken müziğin etkisinden yararlandı. Bu sanatçıların birçoğu müziğin yapısıyla ilgilenip ilmi araştırma ve deneylerle müzikal bir yapıda resimler oluşturmaya çalışırken, diğerleri müziğin duygusal etkisinden yola çıkarak resimlerini üretmişlerdir. 19. Yüzyılın sonlarına doğru Van Gogh ve Gauguin ile “renk orkestrasyonu”, “renk senfonisi” vb. Müzik terimleri sanat sözlüğüne girmiş ve sanatçılar resimlerine sonat, senfoni, noktrin şeklinde isimler vermeye başlamışlardır.

 

Müzik terimlerini resimlerinde kullanan sanatçılardan biri olan Van Gogh’un mektuplarında ifade edilen fotoğraf ve müzik arasındaki bağlantıyı hem kendi sözlerinde aynı zamanda resimlerinde görebiliyoruz. Van Gogh’un mektuplarından birinde; “Resimlerimde rahatlatıcı ve rahatlatıcı bir şey söylemek isterim, müzik kadar refah verici bir şey”, “On iki ayrı fotoğraf bir renk senfonisi oluşturacak….. Gerçeklerden birazcık daha uzaklaşmak, bir tür yaratmak istiyorum. Renkli müzik” (Nazan İpşiroğlu, 2010/161). “On iki değişik resim bir renk senfonisi yaratacak” diyerek, “Ay Çiçekleri”nde olduğu gibi aynı konuyu farklı renklerle denedi. Resim yaparken ikincisini düşünüyor, onları daha iyi tanımak için iyi mi asacağını düşünüyordu.

 

Van Gogh için resme yaşam veren unsur renkti. Doğada yaşamı sürdürmenin en yanlış yolu olan bu hayatı simgeleyen element. Görünüşten öze giden yol, renk yoluydu. Van Gogh, rengin kendi ifade gücüne sahip bulunduğunu keşfetti. Sesler iyi mi ahenk arasında bir araya geldiklerinde tonal bir dil oluşturuyor ve bu dille subjektif veya ortak duyguları ifade edebiliyorsa, renkler de öyledir. Birbirlerini ahenk yada zıtlıklarla tamamlayarak sembolik bir dil oluşturmuşlardır.

 

Vincent Van Gogh müzik cihazı çalmadı ve müzikal yapısal kurguya girmedi. Sözlerin tek başına yetmediği yerlerde tınıların devreye girdiğine inanıyordu. Van Gogh için aynı tablodaki renklerin tesiri değil, yan yana yerleştirilen resimlerin renklerinin etkisi önemliydi. Ayçiçekleri serisinde olduğu gibi aynı mevzuda değişik renklerle denemeler yaparak bir “renk senfonisi” yarattı.

 

Renk ve romantik çağrışımların sınırlarını aşan direkt müzikal biçim öğelerinin bilgili kullanması 1910 civarında başlar.

 

20. çağ ile beraber yaşamı değiştiren teknolojik gelişmeler, kitle hareketleri ve buna paralel olarak ortaya çıkan yeni sosyal yapılar, insanların zihinsel ve algısal değişimini besleyen en önemli kaynaklar olmuştur. Sanatçı ise öyle bir sürecin içindedir ki köklü değişimlerle beslenir; Bilinçaltı birikimlerini de ekleyerek geliştirdiği duyarlılığının doğru yönlendirilmesi sonucunda yeni ve özgün eserler üretmeye başlar. Sosyal değişimlerin baş döndürücü bir hızla, müspet ya da olumsuz etkenlerle yaşandığı bu ortamda dünyaya gelen sanatçılardan biri de Paul Klee. Doğuştan gelen zihinsel ve algısal duyarlılığı ile bu yeni ortamı çok erken fark etmiş ve sanatında tarz dili adeta müzikalleşerek zirve noktasına ulaşmıştır.

 

Bir ressam, besteci ve yazar olarak müzik ve fotoğraf ilişkisini sanatın her branşında inceleyen ressam, hayatı süresince bu sorudan uzak durmamıştır. Müzik, Klee için bir teselli vaadi ve gelecek vaat eden bir sanat formuydu. Klee’ye bakılırsa müziğin altın çağı tarih sayfalarında kalsa da bu inancını asla kaybetmedi. Ressam, müziğin 18. Yüzyılda Bach ve Mozart’ın eserleriyle zirveye ulaştığını söylemiş oldu. Sadece müzikte değil sanatta da Klee bu dönem için teklifimi her fırsatta vurguladı. Özellikle Mozart, Klee’nin dünyasındaki en iyi süper müzisyendi. Ona nazaran Mozart’ın müziği semavi-dünyasal, maddi-içsel bütün kavramları bir araya getirdi. Bu, Klee’nin bir ressam olarak nihai hedefiydi.